 Gerçekten takva sahibi olanlar, cennetlerde ve pınar başlarındadır. Oraya esenlikle ve güvenlikle girin. (Hicr Suresi, 45-46)
Gerçekten takva sahibi olanlar, cennetlerde ve pınar başlarındadır. Oraya esenlikle ve güvenlikle girin. (Hicr Suresi, 45-46)
  
  Dost  olunacak, sevilecek, saygı duyulacak bir insanda aranılan birçok önemli  özellik vardır. Fedakarlık, duyarlılık, ince düşünce, şefkat, merhamet,  akıl, dikkat, dürüstlük, vefa ya da sadakat gibi... Bu özelliklerin her  birinin, karşı taraf üzerinde oluşturduğu ayrı ayrı olumlu etkileri  vardır. Ve elbetteki her insan, dost olacağı kimsenin, bu güzel  özelliklerin her birine en mükemmel şekilde sahip olmasını ister. Ancak  yine de, bazen bu özelliklerden herhangi birinin eksikliği, çok fazla  önemsenmeyebilir. Kişinin güzel bir yönü, diğer bir konudaki eksikliğini  örtecek ve telafi edecek nitelikte olabilir. Ya da zamanla kişinin  kendisini o yönde de geliştireceği düşünülerek, bazı eksiklikleri  hoşgörüyle karşılanabilir. Dolayısıyla bir insan, dost olacağı bir  kimsede aradığı bu özelliklerden gerektiği takdirde vazgeçebilir.
 
  Ancak bir de bazı hayati konular vardır ki, bunlar dost  olunacak bir insanda mutlaka olması gereken, asla vazgeçilemeyecek ve  eksikliği gözardı edilemeyecek niteliktedir. Bir insan, neredeyse birçok  konuda çok mükemmel özelliklere sahip olsa da, hayati önem taşıyan tek  bir özelliğinin eksik olması, o kişiyle ‘derin bir dostluk kurulmasına’  ciddi şekilde engel teşkil eder. İşte bu hayati özelliklerin en  önemlilerinden biri, ‘güvenilirlik’tir.
 
  Allah Kuran'da, cennete kabul edilen müminlerin orada ilk olarak duyacakları sözün, “Oraya esenlikle ve güvenlikle girin” şeklinde  olacağını bildirmiştir. Bu da, insanların en önemli ihtiyaçlarından  birinin, ‘kendilerini güvende hissedecekleri ve güven duyacakları bir  ortamda olmaları’ olduğunu göstermektedir. İşte bu nedenledir ki dünya  hayatında da, insanlar fıtrat olarak, hemen her yerde öncelikli olarak  ciddi şekilde bir ‘güvenlik arayışı’ içerisindedirler.  Oturacakları evi, yaşayacakları semti, çalışacakları yeri, gidecekleri  okulu seçerlerken, öne sürdükleri öncelikli şartlarından biri, her zaman  için mutlaka ‘güvenliğin sağlanması’dır. Tüm  hayatlarını böyle bir ihtiyaç içerisinde yönlendirirken, elbetteki  dostlarını seçerken de en dikkat ettikleri konulardan biri de yine  ‘güvenilirlik’ olmaktadır.
 
  Bir insanın bir başkasıyla ‘dost olması’; ‘tüm hayatını, kusur  ve eksikleriyle, güzellikleriyle, nimetleriyle ve tüm açıklığıyla,  dürüstçe o insana da açması’ demektir. Gerçek dostluk, ‘hiçbir konuda  sır saklamaksızın, tedbir alma ya da gizlenme gereği hissetmeksizin,  içteki en derin duygulara kadar, hiçbir noktada engel koymaksızın o  kişiyi sırdaş edinmek’ demektir. Dolayısıyla dost olunacak kişinin öylesine bir güven telkin etmesi gerekir ki, karşı tarafın aklında hiçbir zaman için, “Şöyle  yaparsam ne der?”, “Bu fikrimi nasıl karşılar?”, “Beni yanlış anlar  mı?”, “Kusurlarımı öğrendiğinde bana olan sevgisi azalır, saygısı  zedelenir mi?” gibi ‘soru işaretleri’ oluşmamalıdır.  İleride bir gün, özellikle de iki tarafın menfaatleri çatıştığında, bu  kişilerden biri, hiçbir zaman için karşı tarafın sadakatsizliğinden,  vefasızlığından yana bir şüphe ya da tedirginliğe kapılmamalıdır. Her ne  olursa olsun, on yıllarca görüşülemese de, ölene kadar bir kez bile  konuşma imkanı olmasa da, kalpte yaşanan samimi sevgi ve dostlukta  hiçbir değişiklik olmamalıdır. Aleyhte çeşitli konuşmalar anlatılsa,  olumsuz telkinler yapılsa, bunlara dair açık deliller sunulsa dahi,  bunların, kişi üzerinde hiçbir etkisi olmamalıdır.
 
 Birbirinden farklı iki ayrı insan arasında böylesine sağlam bir güven  oluşması ise, elbetteki ancak ‘samimi Allah korkusu ve derin iman’  neticesinde mümkün olabilir. Dünya üzerinde bunun dışında iki insan  arasında gerçek ve sağlam dostluk anlayışının kurulabilmesi mümkün  değildir. İnsanların birbirlerini sevmeleri, beğenmeleri, sadakat  göstermeleri ya da birbirlerine karşı güvenilir oldukları izlenimi  vermeleri, yalnızca belirli menfaat ortaklıklarının gerekliliklerinden  kaynaklanır. Bu çıkar dengelerindeki en küçük bir değişiklik ise, tüm bu  beğeni, sevgi, dostluk ve güvenilirlik iddialarının da bir anda ortadan  kalkmasına yol açar.
 
 Ancak eğer iki insan dostluklarını imani bir güvenilirlik üzerine kurmuşlarsa, böyle bir durum asla söz konusu olmaz. Ve  güvene dayalı böyle gerçek bir dostluk, dünya hayatında insanlara  sunulan en büyük konforlardan biridir. İnsanın adeta kendisiyle muhatap  oluyormuşçasına, bir başkasının yanında da aynı rahatlığı, aynı güven  ortamını bulabilmesi çok büyük bir nimettir.
 
  Dolayısıyla dost olunacak bir insanda ‘güven’ arayışı içerisinde olmak, insanlar için çok hayati bir ihtiyaçtır.  Bir insan çok güzel özelliklere sahip olsa, pek çok açıdan kendisini  çok iyi yetiştirmiş olsa da, güven telkin eden bir kişilik sergilemediği  sürece, iman şuuru almış bir insan için bu kişi, ‘temkinli olunması gereken’ bir insandır. Eğer  bir kişi, kendisine karşı temkinli olunmamasını, yanında rahat  olunmasını, samimi olunmasını istiyorsa, bunun için gereken en acil  ihtiyacın, karşı tarafa ‘güven vermek olduğunu’ bilmelidir.  Diğer güzel özelliklerini daha da artırarak; örneğin çalışkansa daha da  çalışkan, merhametliyse daha da merhametli ya da ince düşünceliyse daha  da ince düşünceli olmaya çalışarak, bu durumu değiştirmesi söz konusu  değildir. Bunun için öncelikli olarak yapması gereken, ‘Nasıl  güven veren bir insan olabilirim?’ diye düşünmek ve bunun  gerekliliklerini uygulamak olmalıdır.
 
 Güvenilir bir insanın en önemli özelliklerinden biri, Allah'tan  çok derin bir saygı ile korkup sakınması ve Allah'a gönülden, katıksız  bir imanla aşk ve tutkuyla iman etmiş olmasıdır. Allah'ın  rızasını, dünyanın hiçbir menfaatine asla değişmemesidir. Allah'ın  sevgisini kazanabilmek için dünyanın her türlü zorluğuna, sıkıntısına  hiç tereddüt etmeksizin zevkle göğüs gerebilmesidir. Allah'ın  hoşnutluğunu, asla nefsinin hoşnutluğuna değişmemesidir. Allah'ın bir  emrini uygulamada asla gevşeklik göstermemesidir. Kendinden önce her  zaman mutlaka dinin ve inananların menfaatlerini gözetmesidir. Böyle bir  ahlakta bir insan, nefsini adeta terk etmiştir. Allah rızası için  sevdiklerini, dostlarını her zaman için kendi nefislerinden önde tutar.  Kendini temize çıkarabilme peşinde olmaz. Hep karşı tarafı haklı  çıkaran, hatayı, kusuru kendi üstlenip, karşı tarafı koruyup kollayan  bir ahlak gösterir.
 
  Dolayısıyla güven vermek isteyen bir insan öncelikle mutlaka  ‘nefsini terk etmiş olmalı’dır. Nefis sevgisi terk edilmeden, bir  insanın tam olarak güvenilir olma vasfı gösterebilmesi söz konusu olmaz.  Her zaman nefsinin yanında olan bir insan, kimseyle gerçek anlamda  dostluk kuramaz. Çünkü ‘sevdiği ve dost olduğu insan mı, yoksa kendi  nefsi mi?’ diye bir seçim söz konusu olduğunda, her zaman karşı tarafı  bırakıp mutlaka kendisini tercih edecektir. Nefsinin memnuniyetini  sağlamaya çalışmaktan vazgeçemeyecektir.
 
   İşte  dünya hayatında ‘samimi dostluklar kurmak’, ‘gerçek dostluğun  güzelliğini yaşamak’ isteyen her insan, tüm bu bilgileri bir kez daha  düşünmeli, ahlakını bu yönde bir kez daha gözden geçirmelidir. ‘Güven  arayışı’nın çok önemli bir ihtiyaç olduğu ve bir insanın bir  başkasında, imandan sonra arayacağı özelliklerden birinin bu olduğu asla  unutulmamalıdır. Sorunu başka detaylarda arayıp sonuç almaya  çalışmaktansa, asıl ihtiyacın ‘güven’ olduğu tam olarak anlaşılmalıdır.
İşte  dünya hayatında ‘samimi dostluklar kurmak’, ‘gerçek dostluğun  güzelliğini yaşamak’ isteyen her insan, tüm bu bilgileri bir kez daha  düşünmeli, ahlakını bu yönde bir kez daha gözden geçirmelidir. ‘Güven  arayışı’nın çok önemli bir ihtiyaç olduğu ve bir insanın bir  başkasında, imandan sonra arayacağı özelliklerden birinin bu olduğu asla  unutulmamalıdır. Sorunu başka detaylarda arayıp sonuç almaya  çalışmaktansa, asıl ihtiyacın ‘güven’ olduğu tam olarak anlaşılmalıdır.
 
 Nitekim Kuran'da, cennete giren müminlerin, orada ‘esenlik ve güvenlik temennisiyle karşılanacağı’nın  bildirilmiş olması, dünya hayatında da bu özelliğin kazanılmasının ne  kadar önemli bir ihtiyaç olduğunun anlaşılması açısından çok  hikmetlidir:
  
 










 
 Genelde insanlar arasında “dediğini yaptırabilen”  bir kişi olabilmek önemlidir. Çoğu kimse, bu özelliği gösteren kişilere  karşı çok daha fazla saygı duyar. Bu kimselerin, diğer insanların elde  edemediği çok önemli bir üstünlüğe sahip olduklarına inanır;  gösterdikleri güçlü ve baskın kişilik nedeniyle onlara karşı derin bir  hayranlık beslerler.
Genelde insanlar arasında “dediğini yaptırabilen”  bir kişi olabilmek önemlidir. Çoğu kimse, bu özelliği gösteren kişilere  karşı çok daha fazla saygı duyar. Bu kimselerin, diğer insanların elde  edemediği çok önemli bir üstünlüğe sahip olduklarına inanır;  gösterdikleri güçlü ve baskın kişilik nedeniyle onlara karşı derin bir  hayranlık beslerler. Oysa  ki, insanları ve olayları Kuran ahlakıyla değerlendirenler, görünüşte  bu kişi galip gelse, onun sözüne uyulsa ve onun dedikleri yapılsa dahi,  gerçekte kimin ahlakının ve kişiliğinin daha üstün olduğunu çok açık bir  şekilde görürler.
Oysa  ki, insanları ve olayları Kuran ahlakıyla değerlendirenler, görünüşte  bu kişi galip gelse, onun sözüne uyulsa ve onun dedikleri yapılsa dahi,  gerçekte kimin ahlakının ve kişiliğinin daha üstün olduğunu çok açık bir  şekilde görürler.