İnsanların çoğu çevrelerindeki kişilerde bir hata ya da eksiklik gördükleri zaman, refleks olarak önce kızgınlık hissine kapılma eğilimindedirler. Genellikle bu gibi durumlarda, önce konunun detaylarını araştırmaktansa, hiç soruşturmadan karşı tarafı haksız bulurlar. Henüz çocuk yaşta bir insan bile, istemeden bir tabak ya da bardak kırdığında, büyükleri, suçu hemen çocukta bulup onu azarlamaya yeltenirler. Yetişkin biri bir hata yaptığında ise, bu kişiye kızma konusunda kendilerini alabildiğine haklı görürler.
Oysa ki hata yapan kişinin içerisinde bulunduğu şartlar öğrenildiğinde, çoğu zaman bu tavrın altında bir kasıt olmadığı ortaya çıkar. Ve tavrı her ne kadar yanlış olursa olsun, bir kişinin yaptığı hatada kasıt gözetmemiş olması ise, ona karşı kızgınlık duyulmaması için çok geçerli ve önemli bir sebeptir.
  Elbetteki  hatalar hatırlatılmalı, düzeltilmeye, telafi edilmeye çalışılmalıdır.  Eğer bu hata, kişinin bir ihmalkarlığından, düşüncesizliğinden, irade  göstermemesinden, sorumsuzca davranmasından ya da umursamamasından  kaynaklanıyorsa, bir daha tekrarlanmaması için bu konuda gereken her  türlü tedbir de alınmalıdır. Ancak şu önemli gerçek hiçbir zaman için  unutulmamalıdır:
  
  
  
- Öncelikle bir insana hata yaptıran Allah'tır. Allah dilediği için o kişi yanlış bir tavır gösterir. O insan, o anda yalnızca kaderinde kendisi için takdir edilene uymaktadır. Dolayısıyla bu, her kim olursa olsun, hata karşısında kızgınlık duyulmaması için yeterli bir sebeptir.
- Bunun yanı sıra, Allah insanı, ‘hata yapacak bir varlık’ olarak yaratmıştır. Bunun aksi bir beklenti içerisinde olmak çok yanlış olur. Elbetteki her insan hayatı içerisinde küçük ya da büyük mutlaka pek çok hata yapacaktır. İnsan ne kadar tedbir alsa da, ne kadar irade kullansa da, Allah'ın takdir ettiği bu gerçeğin önüne asla geçemez. Dolayısıyla bu da, hata yapan bir insana kızgınlık duyulmasını ortadan kaldıracak ikinci bir önemli sebeptir.
- Ayrıca, bir başkasında hata gördüğünde buna karşı kızmaya hazırlanan insan, kendisinin de sık sık hata yaptığını unutmamalıdır. Onun hataları da başkalarında çeşitli rahatsızlıklar oluşturmaktadır. Ancak insan hiçbir zaman için kendisine karşı kızgınlık duyulmasını istemez. Öyleyse bu insan, kendisine yapılmasını istemediği, kendi canını yakan, kendini rahatsız eden bir şeyi, başka hiçkimseye de yapmamalıdır. Kendisi bu tarz bir durumda iken nasıl ki mazeretleri olduğunu düşünüyor ve çevresinden kendisine şefkatle, sevgiyle ve anlayışla yaklaşılmasını bekliyorsa, o da herkese aynı hoşgörü ile bakmak durumundadır.
  -  Bir de Allah insana, ‘affediciliği, bağışlamayı, hoşgörülü olmayı,  şefkat ve merhametten ayrılmamayı’ emretmiştir. Demek ki hayat  içerisinde insanın karşısına bu ahlakı göstermesi gereken insanlar ve  durumlar çıkacaktır. Eğer insanın çevresindeki tüm insanlar mükemmel ve  kusursuz olacak olsaydı, insanın bu ahlak özelliklerini göstermek gibi  bir sorumluluğu da olmazdı. Ancak Allah insanları kusurlu yaratmış ve  birbirlerine karşı bu ahlakı göstererek birbirlerinin bu kusurlarını  telafi etmelerini emretmiştir.
  
  
  
Buraya kadar sayılanlar, hata yapan bir insana gösterilmesi gereken bakış açısının özellikleridir. Bir de ‘hata yapan, ancak bunda hiçbir kasıt ya da kötü niyet gözetmeyen’ bir insanı değerlendirirken unutulmaması gereken gerçekler vardır.
Yanlış bir tavrı, yanlış olduğunu bile bile, kasten ve özellikle yapmak, Kuran ahlakıyla asla bağdaşmayacak ve Allah'ın beğenmediğini bildirdiği bir ahlaktır. Eğer bir insan, vicdanı kendisine doğruyu göstermesine rağmen, şuurlu bir şekilde kötülükten yana bir karar alıyorsa, bu en başta Allah Katında bu kişiye çok büyük bir sorumluluk yükleyecek bir tavırdır. Bu tür bir durumda insanlar bu kişiye karşı kızgınlık duymasalar da, Allah bu ahlakın karşılığını ona zaten verecektir. Ancak elbetteki müminler de, Allah'ın beğenmediği bir tavra karşı ‘Kurani bir buğz hissi’ duyarlar ki, bu da zaten onların imanlarının ve Kuran ahlakını yaşadıklarının bir göstergesidir.
- Ancak eğer bir insan kasıt gözetmeden; düşünemediği, akledemediği ya da unuttuğu için, tecrübesizliğinden, bilgisizliğinden ya da yanlış anlamış olmasından dolayı bir hata yapıyorsa, bu durumda bu kişiye karşı gösterilmesi gereken tavır, ‘şefkatle, merhametle, güzel ahlakla doğruyu göstermek’ olmalıdır.
- Ayrıca eğer bir insan hata yapıyorsa, ama bu durumunu açıklayabileceği mazeretleri varsa, bunları öğrenmeden, bu kişiyi hiç dinlemeden, hakkında peşin bir hüküm vermek ve kızgınlığa kapılmak da çok yanlıştır. Öne süreceği mazeretler, gerçekten bu kişinin hatasını mazur gösterecek sebepler içerebilir. Böyle bir durumda insanın, sırf nefsinin bu yönde teşvik etmesinden dolayı bu kişiye karşı kalbinde bir öfke duyması, Kuran ahlakına uygun değildir.
  -  Bunların yanında insan, karşısındaki kişinin ancak sözlerine göre bir  kanaat edinebilir. Ancak elbetteki, kalbinde gerçekten bir kasıt olup  olmadığını bilemez. İşte insan bu noktada da yine Kuran ahlakıyla  düşünmek ve ‘hüsn-ü zan etmek’ durumundadır. Çünkü  mümin için, karşı tarafın ‘sözü ve tavrı’ esastır. İnsanların  kalplerinde olanı yalnızca Allah bilebilir. Bu nedenle eğer mümin,  karşısındaki kişinin hatasına karşı öne sürdüğü mazeretlerde samimiyet  ve haklılık görüyorsa, ona mutlaka itimad etmelidir.
  
  
  
Tüm bunların sonucunda gerçekten kasten yapılmadığına kanaat getirilen bir hata olduğunda ise, bu duruma affedicilikle, anlayışla, merhametle yaklaşılmalıdır. Mümin, böyle bir duruma karşı kızgınlık duymaktan Allah'a sığınmalıdır.
Ancak elbetteki her hata gibi, kasten yapılmayan yanlış bir tavrın da oluşturacağı maddi manevi çeşitli zararlar söz konusudur. İşte müminin böyle bir durumda dikkatini asıl yoğunlaştırması gereken, konunun bu kısmı olmalıdır. Eğer bir kişi kasıt gözetmeden de olsa, istemeden çevresine zarar verebilecek şartlara yol açıyorsa, bu durumda müminin göstermesi gereken en akılcı tavır ‘tedbir almak’ olacaktır. Bu kişinin ‘düşünememesi, akledememesi, unutması, yanlış anlaması’ gibi durumların bir daha oluşmaması için, gereken tüm önlemler uygulanmalıdır. Eğer buna rağmen bu kimse, bu eksikliğini telafi edemiyorsa ve tekrar tekrar unutabilecek, düşünemeyecek, yanlış anlayabilecek bir karakter gösteriyorsa, bu durumda oluşabilecek tahribatın önlenmesi için, elbetteki bu kişiye karşı çok daha temkinli davranılması gerekebilir. Ancak bu temkinin sebebi öfke değil, yalnızca ‘Allah rızası’dır. Mümin, bu kişinin yaptığı hatalarla çevresine zarar vermesi önleyebilmek için ona karşı -Allah rızası için- temkinli ve tedbirli davranır. Ancak bu, hiçbir zaman için kızgınlık dolu bir yaklaşım değildir. Müslüman, istemeden hataya düşen bir insanın acizliğini görmekten dolayı, ona karşı şefkat ve koruma duygularıyla yaklaşır.
Bir yandan şefkat duymak, bir yandan da tedbir alarak zararı engellemek, mümin için Kurani bir yükümlülüktür. Ve mümin bu ahlakı, hayatının her anında gösterdiği tüm tavırlar gibi, bir ibadet olarak yerine getirir. 










 
 Çoğu  insanda rastlanabilen önemli bir özellik vardır: Konuşmak söz konusu  olduğunda, pek çok insan bir konu hakkında olabilecek en güzel sözleri  söyler; en doğru, en akılcı tavırlarda bulunmak gerektiğini anlatırlar.  Olması gereken en iyi ahlakın ne olduğu hakkında hiçbir detay atlamadan  en mükemmel sözleri söylerler. Kendilerinin de, bu en iyi, en doğru, en  güzel ve en mükemmel olanı yapmayı hedeflediklerini ve bunda da çok  kararlı ve istekli olduklarını anlatırlar.
Çoğu  insanda rastlanabilen önemli bir özellik vardır: Konuşmak söz konusu  olduğunda, pek çok insan bir konu hakkında olabilecek en güzel sözleri  söyler; en doğru, en akılcı tavırlarda bulunmak gerektiğini anlatırlar.  Olması gereken en iyi ahlakın ne olduğu hakkında hiçbir detay atlamadan  en mükemmel sözleri söylerler. Kendilerinin de, bu en iyi, en doğru, en  güzel ve en mükemmel olanı yapmayı hedeflediklerini ve bunda da çok  kararlı ve istekli olduklarını anlatırlar.

 Çoğu  insan hayatının olağan akışının biraz dışına çıktığında dahi, az da  olsa bir duraksama ve bocalama yaşar. Alıştığı hayat şeklinden ve her  zaman karşılaştığı olaylardan farklı, yeni bir şeyler tecrübe etmek, bu  kişiler üzerinde pek çok açıdan önemli etkiler oluşturur. Bazı insanlar,  bu tür olaylar karşısında durumu çok daha hızlı kavrar ve yeni oluşan  şartlara hemen adapte olurlar. Akıllarını ve dikkatlerini iyi  kullanarak, bu yenilikler karşısında şaşkınlığa kapılmadan ve hiç vakit  kaybetmeden harekete geçerler. Durumu iyi analiz ederek, atılması  gereken en doğru adımları atmaya ve olabilecek en doğru kararları almaya  çalışırlar.
Çoğu  insan hayatının olağan akışının biraz dışına çıktığında dahi, az da  olsa bir duraksama ve bocalama yaşar. Alıştığı hayat şeklinden ve her  zaman karşılaştığı olaylardan farklı, yeni bir şeyler tecrübe etmek, bu  kişiler üzerinde pek çok açıdan önemli etkiler oluşturur. Bazı insanlar,  bu tür olaylar karşısında durumu çok daha hızlı kavrar ve yeni oluşan  şartlara hemen adapte olurlar. Akıllarını ve dikkatlerini iyi  kullanarak, bu yenilikler karşısında şaşkınlığa kapılmadan ve hiç vakit  kaybetmeden harekete geçerler. Durumu iyi analiz ederek, atılması  gereken en doğru adımları atmaya ve olabilecek en doğru kararları almaya  çalışırlar. Mümin,  hayatında meydana gelen değişikliklere Kuran gözüyle bakar. Eğer  birtakım eksiklikler oluşmuşsa, hemen bunları nasıl telafi edebileceğini  düşünür. Telafisi mümkün olmayan bir durum söz konusuysa, o zaman bu  şartlara nasıl uyum sağlayabileceğini tespit eder. Oluşan bu durumun hayırla yaratıldığını bilmesi, bu konuda çok samimi düşünebilmesini ve samimi kararlar alabilmesini sağlar.  Örneğin bazen insanın hayatında sadece belirli nimetler eksilir.  Kişinin maddi geliri azalır ve sevdiği, alıştığı yaşam koşulları  değişir. Her zaman yediği yemeklerin kalitesi düşer; imkanları ancak çok  daha mütevazi besinlere yeter. Ya da her zaman kullandığı lüks arabası  artık olmadığı için, gideceği yere 2-3 vesayetle, çok daha uzun vakitte  ve çok daha zor şartlar altında gitmek zorunda kalır. Ancak elbetteki  tüm bunlar, insanın hayatının bir başka aşamasında kolaylıkla değişme  ihtimali olan şartlardır. İnsan sebeplere sarılır, çok çalışır,  iktisatlı davranır ve Allah dilerse o kişiyi tekrar eski imkanlarına  kavuşturabilir.
Mümin,  hayatında meydana gelen değişikliklere Kuran gözüyle bakar. Eğer  birtakım eksiklikler oluşmuşsa, hemen bunları nasıl telafi edebileceğini  düşünür. Telafisi mümkün olmayan bir durum söz konusuysa, o zaman bu  şartlara nasıl uyum sağlayabileceğini tespit eder. Oluşan bu durumun hayırla yaratıldığını bilmesi, bu konuda çok samimi düşünebilmesini ve samimi kararlar alabilmesini sağlar.  Örneğin bazen insanın hayatında sadece belirli nimetler eksilir.  Kişinin maddi geliri azalır ve sevdiği, alıştığı yaşam koşulları  değişir. Her zaman yediği yemeklerin kalitesi düşer; imkanları ancak çok  daha mütevazi besinlere yeter. Ya da her zaman kullandığı lüks arabası  artık olmadığı için, gideceği yere 2-3 vesayetle, çok daha uzun vakitte  ve çok daha zor şartlar altında gitmek zorunda kalır. Ancak elbetteki  tüm bunlar, insanın hayatının bir başka aşamasında kolaylıkla değişme  ihtimali olan şartlardır. İnsan sebeplere sarılır, çok çalışır,  iktisatlı davranır ve Allah dilerse o kişiyi tekrar eski imkanlarına  kavuşturabilir. Bir  Müslümanın kişiliğini, iyi özelliklerini, güzel tavırlarını ya da fiili  ibadetlerini yerine getirirken gösterdiği ahlakı dışarıdan görebilmek  mümkündür. Ancak imanın en önemli göstergelerinden biri olan, kalbindeki  Allah ile olan yakınlığını, dışarıdan bakan insanların bilebilmesi  mümkün değildir. Kalpte Allah’a karşı yaşanan dostluk, yakınlık ve sevgi  ise, herkesten ve herşeyden çok Allah'ı seven bir mümin için, dünyadaki  en büyük nimetlerden biridir.
Bir  Müslümanın kişiliğini, iyi özelliklerini, güzel tavırlarını ya da fiili  ibadetlerini yerine getirirken gösterdiği ahlakı dışarıdan görebilmek  mümkündür. Ancak imanın en önemli göstergelerinden biri olan, kalbindeki  Allah ile olan yakınlığını, dışarıdan bakan insanların bilebilmesi  mümkün değildir. Kalpte Allah’a karşı yaşanan dostluk, yakınlık ve sevgi  ise, herkesten ve herşeyden çok Allah'ı seven bir mümin için, dünyadaki  en büyük nimetlerden biridir. Dolayısıyla  bir insan Allah'ın emrettiği birçok ibadetini yerine getiriyor  olabilir. Fiili olarak elinden gelen her türlü çabayı gösteriyor, gün  boyu bir çok konuda ciddi emek sarf edip, tüm gücünü ortaya koyuyor  olabilir. Ancak maneviyattaki bu büyük eksikliği, ayetlerde bildirildiği  gibi, hem dünyada hem de ahirette hiç ummadığı bir durumla  karşılaşmasına neden olabilecek çok büyük bir tehlikedir.
Dolayısıyla  bir insan Allah'ın emrettiği birçok ibadetini yerine getiriyor  olabilir. Fiili olarak elinden gelen her türlü çabayı gösteriyor, gün  boyu bir çok konuda ciddi emek sarf edip, tüm gücünü ortaya koyuyor  olabilir. Ancak maneviyattaki bu büyük eksikliği, ayetlerde bildirildiği  gibi, hem dünyada hem de ahirette hiç ummadığı bir durumla  karşılaşmasına neden olabilecek çok büyük bir tehlikedir. Allah  insana çok muhteşem bir düşünce gücü ve kavrama yeteneği vermiştir.  Ancak ne var ki, çoğu insan bu hayati özelliklerini gereği gibi  kullanmaz. Aklını, yalnızca hayatını sürdürmesine yetecek kadar  kullanmış olmak ve işlerini halledebilecek düzeyde yüzeysel düşünmek bu  tür insanlara yeter. Bu hayat şeklinin kendilerine kaybettirdiklerinin  ve mahrum kaldıkları güzelliklerin ise farkında değildirler.
Allah  insana çok muhteşem bir düşünce gücü ve kavrama yeteneği vermiştir.  Ancak ne var ki, çoğu insan bu hayati özelliklerini gereği gibi  kullanmaz. Aklını, yalnızca hayatını sürdürmesine yetecek kadar  kullanmış olmak ve işlerini halledebilecek düzeyde yüzeysel düşünmek bu  tür insanlara yeter. Bu hayat şeklinin kendilerine kaybettirdiklerinin  ve mahrum kaldıkları güzelliklerin ise farkında değildirler.
 Nefsin,  insanı alt edebilecek, kendine ait bir gücü yoktur. Nefisteki  kötülükleri etkisiz hale getirebilmek, inanan ve gerçekten isteyen bir  insan için çok kolaydır. Ancak bunun için insanın nefsine kesin olarak  hiç acımaması, ondan yana tavır almaması, onu sahiplenmekten ve  korumaktan vazgeçmesi gerekir. Nefsini adeta düşmanı gibi karşısına  alması, onunla akılcı ve ilmi bir zeminde, kesintisiz bir iradeyle  mücadele etmeyi göze alması gerekir.
Nefsin,  insanı alt edebilecek, kendine ait bir gücü yoktur. Nefisteki  kötülükleri etkisiz hale getirebilmek, inanan ve gerçekten isteyen bir  insan için çok kolaydır. Ancak bunun için insanın nefsine kesin olarak  hiç acımaması, ondan yana tavır almaması, onu sahiplenmekten ve  korumaktan vazgeçmesi gerekir. Nefsini adeta düşmanı gibi karşısına  alması, onunla akılcı ve ilmi bir zeminde, kesintisiz bir iradeyle  mücadele etmeyi göze alması gerekir. Allah  dünya hayatında insanlar için, çok büyük haz duyacakları çok güzel  nimetler yaratmıştır. Ancak insanların büyük çoğunluğu kötü huyları ve  gösterdikleri kötü tavırlar nedeniyle bu nimetlerden uzak kalırlar. İşte  insanlardaki, bu tahrip edici kötü huylardan biri de ‘affedememek’tir.  Birçok insan sırf affedebilme olgunluğunu gösteremediği için kendi  elleriyle kendini dünya hayatının pek çok güzelliğinden ve nimetinden  mahrum bırakır.
Allah  dünya hayatında insanlar için, çok büyük haz duyacakları çok güzel  nimetler yaratmıştır. Ancak insanların büyük çoğunluğu kötü huyları ve  gösterdikleri kötü tavırlar nedeniyle bu nimetlerden uzak kalırlar. İşte  insanlardaki, bu tahrip edici kötü huylardan biri de ‘affedememek’tir.  Birçok insan sırf affedebilme olgunluğunu gösteremediği için kendi  elleriyle kendini dünya hayatının pek çok güzelliğinden ve nimetinden  mahrum bırakır.
 İnsan  çok kalabalık; çok fazla detaydan oluşan, birbiriyle bağlantılı çok  fazla olayın ve insanın içiçe olduğu bir dünyada yaşar. İnsanın  çevresinde, gece gündüz bitmeyen bir hareket, eksilmeyen bir ses bütünü  ve yaşanan olaylar zinciri vardır. İşte insanı en çok aldatan şeylerden  biri de, bu kalabalık dünyada karşılaştığı detayların çokluğu ve  gerçekliğidir.
İnsan  çok kalabalık; çok fazla detaydan oluşan, birbiriyle bağlantılı çok  fazla olayın ve insanın içiçe olduğu bir dünyada yaşar. İnsanın  çevresinde, gece gündüz bitmeyen bir hareket, eksilmeyen bir ses bütünü  ve yaşanan olaylar zinciri vardır. İşte insanı en çok aldatan şeylerden  biri de, bu kalabalık dünyada karşılaştığı detayların çokluğu ve  gerçekliğidir. Örneğin  hata yapan bir insan, ısrarla karşı tarafın kendisini affetmesini  ister. Hatasını telafi etmek ve oluşan durumu düzeltebilmek için elinden  geleni yapar. Ama asla, kendisini affedecek olanın karşısındaki insan  olduğu gafletine kapılmamalıdır. İnsanların kalplerine etki edebilecek  olan yalnızca Allah'tır. Allah bir ayette, “Oysa sizi de, yapmakta olduklarınızı da Allah yaratmıştır.” (Saffat Suresi, 96) buyurmuştur.  Bir insanın düşüncelerini değiştirebilecek, kalbinde oluşan  rahatsızlığı giderebilecek, yapılan bir hatayı unutturabilecek ve durumu  düzeltebilecek olan yalnızca Allah'tır.
Örneğin  hata yapan bir insan, ısrarla karşı tarafın kendisini affetmesini  ister. Hatasını telafi etmek ve oluşan durumu düzeltebilmek için elinden  geleni yapar. Ama asla, kendisini affedecek olanın karşısındaki insan  olduğu gafletine kapılmamalıdır. İnsanların kalplerine etki edebilecek  olan yalnızca Allah'tır. Allah bir ayette, “Oysa sizi de, yapmakta olduklarınızı da Allah yaratmıştır.” (Saffat Suresi, 96) buyurmuştur.  Bir insanın düşüncelerini değiştirebilecek, kalbinde oluşan  rahatsızlığı giderebilecek, yapılan bir hatayı unutturabilecek ve durumu  düzeltebilecek olan yalnızca Allah'tır.

 Nitekim  böyle bir ahlak gösterildiğinde; yani haklı olduğu hatayı üstlenen  kişi, tevazulu, sevgi dolu bir üslupla yaklaştığında, hatalı olan kişi  de, gördüğü bu güzel davranış karşısında mahcup olup aynı tevazuyla  karşılık verir. Böyle bir ahlak, hatalı olan kişinin, hatasını çok daha  kolay bir şekilde görüp kabul edebilmesine güzel bir zemin hazırlar.  Dolayısıyla Müslüman, ahlakıyla güzel bir örnek sunarak, karşı tarafın  da aynı ahlakı almasına vesile olur. Kızgınlıkla, haklılık iddiasıyla,  tartışmayla karşı tarafa haksızlığını göstermektense, bu samimi ahlak  Allah'ın dilemesiyle çok daha güzel bir sonuca vesile olur.
Nitekim  böyle bir ahlak gösterildiğinde; yani haklı olduğu hatayı üstlenen  kişi, tevazulu, sevgi dolu bir üslupla yaklaştığında, hatalı olan kişi  de, gördüğü bu güzel davranış karşısında mahcup olup aynı tevazuyla  karşılık verir. Böyle bir ahlak, hatalı olan kişinin, hatasını çok daha  kolay bir şekilde görüp kabul edebilmesine güzel bir zemin hazırlar.  Dolayısıyla Müslüman, ahlakıyla güzel bir örnek sunarak, karşı tarafın  da aynı ahlakı almasına vesile olur. Kızgınlıkla, haklılık iddiasıyla,  tartışmayla karşı tarafa haksızlığını göstermektense, bu samimi ahlak  Allah'ın dilemesiyle çok daha güzel bir sonuca vesile olur.